Hasan Keser
Kasım 2020’den bu yana Etiyopya’da, merkezi hükümet ile Tigre bölgesel güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Eritre ordusunun da müdahil olduğu, açığa çıkan bu mücadele hakkında kasti bir bilgi kirliliği yaratılmış olduğu görülüyor. Taraflar, yapılan katliam, zorbalıklar ve zorunlu göçlerin sorumluluğunu karşı tarafa yüklemekle uğraşırken, uluslararası yardım kuruluşları bölgede olayların sebep olabileceği ciddi bir açlık tehlikesine dikkat çekiyorlar. Yaşanmakta olan çatışmayı -sol bir perspektiften- anlamaya çalışırken, daha geniş tarihsel arka planına göz atmamız kaçınılmaz. Bu da bizi, artık pek hatırlamadığımız ya da hatırlatılmadığımız bir “devrim”in enkazını eşelemeye götürüyor.
Etiyopya’da 1974 yılında iktidar değişimini getiren olaylar, askeri darbe ve arkasından yaşanan toplumsal dönüşümler, ortaya çıkan rejimin 1991’de yıkılması, uluslararası sol akımların kimine göre “devrim” (yukarıdan, çalınmış, ihanete uğramış versiyonlarıyla beraber), kimine göreyse sadece bir darbe, küçük burjuvazi iktidarı, garnizon sosyalizmi, Bonapartizm, hatta faşizmdi. Bu açıdan 1978-1992 arası Afganistan rejiminin karşılaştığı betimlemelerle benzerliği ortadadır. Açıkçası, bu deneyimlerin Marksistler açısından her fırsatta dillendirilmek istenen hatıralar, birikimler ürettiği pek söylenemez. Ulaş Töre Sivrioğlu’nun Afganistan deneyimi üzerine yazdığı güzel makalesindeki sözleri kullanırsam, bu durum bizi bu deneyimlerin trajedilerini ve olumlu yanlarını kapsamlı şekilde analiz etmekten geri koymamalı. Ortada tam anlamıyla Marksist partilerin olmayışı, işçi sınıfının azlığı, geri kalmışlık, dış koşullar ve zorunluluklar vs. gibi bahaneler bu “mirasın yok sayılmasını ve Marksizm adına yaşananlardan bir sorumluluk payı almama çabasını haklı çıkaramaz.”[i] Bu deneyimler, burjuva propagandistlerinin insanları ikna etmeye çalıştığı gibi topyekün birer “utanç kaynağı” sayılıp tarihin tozlu sayfalarına atılmamalıdır. Böyle saymak, en başta geçmişte oralarda yaşamış ve mücadele etmiş iyi niyetli ve idealist insanların hatıralarına saygısızlık olur.
Gerçi böyle diyerek, bu yazıda böyle kapsamlı ve iddialı bir işe giriştiğim sanılmamalı. Çok daha fazla yerel uzmanlık gerektiren böyle bir çalışma yerine, şimdiye kadar üzerine yazılmış şeylerden erişebildiklerimden kısa bir derleme yapmaya çalışıyorum.
1974’e giden yol
Etiyopya, bilindiği gibi Afrika’da sömürgüleştirilememiş, uzun sayılabilecek bir devlet geleneğine sahip olan, bünyesinde doksandan fazla etnik grubu, birçok dil gruplarını barındıran bir krallıktı. Yirminci yüzyılın büyük kısmında iktidarda olan imparator Haile Selassie kabaca feodal diyebileceğimiz bir toplumsal düzenin tepesinde oturuyordu. Bir takım modernleşme hamleleri yapmış, dış dünyada kendisine etkin ve prestijli bir devlet adamı portresi kazanmış olsa da dünyanın en yoksulları arasında olan ülkesinde tam bir otokrat ve despottu. 1960’da kendisi Güney Amerika turundayken, bazı subaylar ülkede darbe yapmaya kalmış; ancak birkaç günün ardından imparatora bağlı birlikler durumu tersine çevirmişti. Ülkedeki bir diğer önemli çatışma kaynağı da, imparatorun Eritre’nin federe devlet statüsünü kaldırarak doğrudan merkeze bağlaması oldu. 1961’de Eritre Kurtuluş Cephesi (ELF), desteğini daha çok aldığı Müslüman kesime dayanarak, en uzun ve kanlı ayrılık mücadelelerinden birini başlatmış oldu.
Ülkedeki modernleşme adımlarının en bariz sonuçlarından birisi, açılan yüksekokullarda (özellikle başkent Addis Ababa Üniversitesi’nde) eğitim gören öğrenci sayısının artması, dış ülkelere gönderilen öğrencilerle beraber zamanın ruhuna uygun olarak bunların altmışlı yıllarda radikal fikirlerle tanışması ve yaygınlaştırmasıydı. ABD’de, Avrupa’da ve özellikle Cezayir’de okuyan Etiyopyalı öğrenci topluluklarının yayınlarına bakıldığında, ülkenin geri kalmışlığının nasıl tersine çevrilebileceği, nasıl bir kalkınmanın mümkün olduğu ve zamanla hangi tür sosyalizmin ülkeye uygun olduğu, devrimin nasıl başarılacağı, uluslar sorununun nasıl çözüleceğine dair tartışmalarıyla dolu olduğu görülüyordu. Tartışma ve propaganda, kampüs dışına taşmaya başlayınca devlet güçleri daha sert tedbirler almaya başladılar. 1969 Kasım’ında bir öğrenci liderinin öldürülmesi sonrası çatışmalar arttı, birçokları tutuklandı. Rejimin baskısı arttıkça öğrenciler daha etkili ve ses getirici eylem arayışına girdiler. 1972’de başarısız bir uçak kaçırma girişimi sonunda öldürülen yedi kişi arasında hareketin iki önderi de bulunuyordu. Aynı yıl Cezayir’dekiler, “Etiyopya Halkları Kurtuluş Örgütü”nü (EPLO) kurdu. Kurdukları bağlantılarla Filistinli örgütlerden askeri eğitim aldılar. Daha ciddi adımlar atma arifesindelerdi. Artık öğrencilik geride kalmıştı[ii].
1974
Etiyopya’da devrimi bu öğrenciler yapmadı. Doğrudan bir etkileri olmadı. Aslında onların etkileri, bütün o çalkantılı yıl öncesi “fikri” altyapıyı hazırlamış olmalarıydı. Kendi küçük burjuva köklerinde ve etkiledikleri kısımlarda sosyalizm fikirlerini, “Toprak İşleyenindir” sloganını yayan ve benimseten onlardı. Ülkeye sosyalizm fikrini sokan ve ülke geleceğinin seyrini bugüne kadar çizen bu öğrenci hareketi oldu.
1974 darbesinin zeminindeki tarihsel sosyolojik etkenler üzerinde farklı görüşler ileri sürülmüştür. Burada bunları uzun uzadıya tartışmak gerekmez. Görünürdeki nedenlere ve olaylar silsilesine kısaca değinmenin yeterli olacağını sanıyorum.
Öncelikle “darbe” tek bir hamlede gelmedi. 12 Eylül 1974’te imparatoru alaşağı etmeden önce, başka bir yazarın sözüyle, “ağır çekim” bir darbe yaşanıyordu zaten. Şubat’ta benzin fiyatlarından şikayetçi olan taksiciler greve gitmişti. Öğretmenler de greve gittiler. Öğrencilerin direnişleri başkentte artarken, cılız da olsa var olan işçi sendikaları da ilk kez genel grev örgütledi. Müslümanlar dini özgürlük ve eşit sayılmak için gösteri düzenliyordu. Ülkede hoşnutsuzluğun en büyük nedeni, bir yıl önce yaşanan ve 200.000’e yakın kişinin öldüğü kıtlığın halktan saklanmış olduğunun açığa çıkmasıydı. Bu arada Eritre’deki çatışma şiddetleniyordu. Bazı bölgelerde askerler, kendilerine verilen yemek ve su karşısında isyan ediyordu. Bütün bunlara, 80 yaşını geçkin imparatorun olaylara tepki vermesindeki etkisizlik birleşmişti. Temmuz ayında, Derg (yani komite) olarak anılan askerler imparatordan hükümetin istifasını istediler. Üyeleri gizli tutulan yaklaşık 120 kişilik bu komite, değişik birliklerden temsilcilerin olduğu, çoğunluğu düşük rütbeli subaylardan oluşuyordu. Öncelikli amaçları kendi ekonomik durumlarını düzeltmekti. “Önce Etiyopya” sloganının gösterdiği temel bir birliktelik amacı haricinde, başka belirli bir ortak ideolojileri görünmüyordu. Kabine değişikliklerine zorlamanın nihayetinde de 12 Eylül’de sarayında sıra sıra lüks arabaları olan imparatoru bir VW kaplumbağaya bindirerek tahttan indirdiler. Bütün bir yıl süren kitle hareketi iktidarın devrilmesiyle sonuçlanmıştı. Bu, temelde birkaç şehirdeki kitlesel hareketliliğin eseriydi. Nüfusun yüzde sekseninden fazlasını oluşturan köylülüğün bir rolü olmamıştı. Organize sol bir örgütlülüğün olmadığı boşlukta, güce sahip tek odak olan askerler bu açığı kapamıştı.
Derg, geçici yönetimin başına ilkin komite dışından general Aman’ı koydu. Eritre kökenli olan bu general, Eritre meselesinin çözümünde daha ılımlı olduğu ve Batı yanlısı olduğu iyice belli olunca, Derg onu ve ona yakın eski rejimde üst düzey görev yapmış altmış kişiyi öldürerek tasfiye etti. Kansız başlayan devrim kana bulanmaya başlıyordu.
“Etiyopya Sosyalizmi”nden “Bilimsel Sosyalizm”e
1975’e girerken Derg amacını Etiyopya sosyalizmi olarak açıkladı. Farkedileceği gibi; bu geniş ve muğlak bir sosyalizm anlayışı, kıtanın başka yerlerinde görülebilecek türden, belirsiz bir yönelimdi henüz. Fakat önemli adımlar atılmaya da başlandı. Bankalar ve tüm sanayi kamulaştırıldı. Mart 1975’te tarım reformu açıklandı. Kiliseninkiler de dahil olmak üzere tüm topraklar devlete geçti. Şehirlerde birden fazla konut veya araba mülkiyeti yasaklandı. Orta ve yüksek eğitime bir yıl ara verildi. Öğrenciler, kırsal bölgelere devrimi anlatmaya ve çalışmaya gönderildiler (zemetcha, yani kampanya). Bu, Derg’in başka bir açıdan da işine geliyordu. Şehirlerde öğrenci hareketi içindeki olası rakip iktidar adaylarını uzaklaştırmış olacaklardı böylece. Öğrenciler, kırlara gönderildi. Şehir ve köylerde oluşturulan mahalli örgütlenme birimlerinin (kebele) oturtulmasında yardım ettiler. Halkın büyük çoğunluğu tarafından da kabul gördüler. Eski feodal zümreler etkili biçimde tasfiye edildi.
1975 yılında hala Derg’in neye yöneleceği noktasında belirsizlik vardı. Bu sırada, kökleri doğrudan devrim öncesi gençlik hareketinde olan ve askerler dışında sivrilmiş iki sivil grup vardı. EPLO partileşti ve ülkenin ilk partisi olarak “Etiyopya Halk Devrimci Partisi” (EPRP) adını aldı. Çıkardıkları Demokrasi gazetesinin, Derg’in yayınlarından daha fazla etkisi vardı. Ülkenin işçi sendikalarında nüfuzu vardı. Askerlerden derhal yönetimi geçici bir halk hükümetine bırakmalarını istiyorlardı. Bu yönde faaliyetleri sebebiyle Derg, sendikaları, kadın ve gençlik örgütlerini kapatarak, sadece kendi güdümünde olacak benzer örgütler kurma yolunu seçti. Bu adımlar, EPRP’nin Derg’i faşist olarak nitelendirmeye sevk etti. İkinci grup, “Tüm Etiyopya Sosyalist Hareketi” (MEISON) idi. EPRP gibi, o da anti-revizyonist yönelimliydi. Aralarındaki fark, MEISON’ın Derg’e eleştirel destek vermesiydi. İzleyen yılda, rejimin konsolidasyonunu sağlama açısından belki de en önemli kişiler MEISON liderleri oldu. Tepede oluşturulan politbüro benzeri yapıda baskın duruma geldiler. Rejimin parti okulu gibi çalışan kurumunda onların sözü geçiyordu. Ayrıca, şehirlerde oluşturulan mahalli milis güçleri yoluyla silahlı bir güce de eriştiği söylenebilirdi. Rejimin 1976’da ilan ettiği “Milli Demokratik Devrim Programı”nı liderleri Haile Fida’nın kaleme aldığı söyleniyordu. Bu program Maocu “Yeni Demokrasi” anlayışı ile Sovyetik “kapitalist olmayan kalkınma” teorilerinin bir karışımı gibiydi. Yapılacaklar listesi yazılmış ama bunları kimin hayata geçireceği (parti) yazılmamıştı. MEISON ve EPRP, temelde eski devlet bürokrasisinin parçalanıp yerine kitle örgütlerinin konmasını talep ediyordu[iii]. Ayrıca Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkında (UKKTH) çok daha ısrarcıydılar. Bu iki konuda Derg’in hızlı ve radikal adımlar atmaya isteği yoktu. UKKTH tanınmakla beraber, özerklik ayarlamalarının yeterli olacağını düşünüyor; Eritre ayrılıkçılarına karşı savaşı şiddetle sürdürmekten yana tavır koyuyordu.
1971’de Maocu “Eritre Halk Kurtuluş Cephesi” (EPLF), ELF’den ayrılarak kuruldu. Sadece Müslümanlara değil Hristiyan halka da dayanarak güç alan parti, Çin’de eğitim görmüş Isaias Afewerki liderliğinde kısa sürede ELF’yi ekarte ederek Eritre’deki mücadelenin öncü bayrağını ele aldı. 1975’te Tigreli öğrenciler “Tigre Halk Kurtuluş Cephesi”ni (TPLF) kurdu. Aynı dönemlerde “Oromo Kurtuluş Cephesi” (OLF) ile “Afar Kurtuluş Cephesi” (ALF) de kurulmuştu. “Batı Somali Kurtuluş Cephesi” (WSLF) de Ogaden bölgesini tekrar Büyük Somali çatısı altında birleştirmek istiyordu. Bütün bu ayrılıkçı talepler karşısında Derg, eski imparatorun ve hakim millet durumunda olduğu varsayılan Amhara merkeziyetçiliğinin politikalarını devam ettirdi.
Sol içinde EPRP ile MEISON arasındaki anlaşmazlık zamanla silahlı mücadeleye dönüştü. EPRP faşist addettiği rejime karşı en ufak bir yakınlaşma göstermekten kaçınıyordu. Bir süre sonra şehirlerde silahlı gruplar oluşturarak MEISON ve rejim yöneticilerine suikastler yapmaya, sabotajlara kalkıştı. Ayrıca Tigre kırsalında gerilla birlikleri oluşturmaya da başladı (ki, bunlar da UKTTH tartışmaları yüzünden sonradan TPLF ile çarpışacaktı). 11 Eylül 1976’da, Etiyopya takvimiyle yılbaşında, Derg yönetimi EPRP’yi bir numaralı düşman ilan ederek savaş açtı. “Beyaz terör”e karşı “kızıl terör” ilan ettiler. İki taraf da lümpen unsurları silahlandırıp birbirlerine karşı kullanıyordu. Derg’e bağlı kebele milisleri, kuşkulandıklarına işkence ediyor, onları yargısız topluca öldürüyor ve cesetlerin kaldırılmasına bir müddet izin vermiyordu. Üzerilerine “karşı-devrimci” tarzı yazılar iliştirilip günlerce sokakta bekletiliyordu. Öldürülenlerin yakınlarından, harcanan kurşunlar için para isteniyordu. Etiyopya devrimine kötü şöhretini veren “Kızıl Terör” barbarlığında kaç kişinin öldürüldüğüne dair tahminler oldukça belirsiz: Birkaç on binden birkaç yüz bine kadar değişiyor!
Kızıl terör en büyük muhalif güç EPRP’yi neredeyse tamamen kazıdı. MEISON’un ulaştığı güçten rahatsız olan Derg lideri Mengistu, 1977 yazında kızıl terörü bu kez onlar üstüne saldı. MEISON rejimle bağını hızla kesip illegaliteye geçse de kısa zamanda tamamen etkisizleşmekten kurtulamadı. Bu iki güç dışında eski öğrenci grubundan entelektüellerin başında olduğu grupçuklar da zamanla tasfiye edildiler ya da Derg bünyesine içerildiler.
Derg, eşitler arası bir komite gibi gözükse de albay Mengistu etrafında toplaşan bir esas çekirdek grup vardı. Mengistu solu ezdiği gibi, Derg içindeki rakiplerini de zamanla tasfiye edip gücü kendinde topladı. En son, 3 Şubat 1977’de sarayda yaşanan bir silahlı çatışmada en yakınındaki ismi de karşı-devrimcilikle suçlayıp ortadan kaldırınca artık tek adam olmuş, Sovyetler Birliği’nden hızlı bir destek mesajı almıştı.
Mengistu rakip sivil solu ezmişti fakat sıkıntıları son bulmamıştı. 1977 yılında Araplardan ve Sudan’dan yardım alan Eritre ayrılıkçıları kısmi başarılar elde etmişti. Ülkenin on dört bölgesinin sekizinde ayrılıkçı hareketler mevzi kazanmıştı. Somali’deki sosyalist hükümet, hak iddia ettiği Ogaden’de ayrılıkçılara açıktan destek veriyordu. Sovyet silahlarıyla iyice güçlenen Somali ordusu, Etiyopya’nın içine düştüğü devrimci karmaşadan yararlanmak istiyordu. Derg henüz ABD ile köprüleri atmamıştı; hatta yakın zamanda modern F5’lerle uçak filosunu güçlendirebilmişti. Fakat daha fazla silah ve yedek parça talebini (Eritre’deki hak ihlalleri sebebiyle) ABD’nin reddetmesi, üstelik ülkedeki Kagnew dinleme üssünü kapatacaklarını ilan etmeleri Derg’e ABD ile ilişkileri kesme bahanesi verdi.
Derg bir süredir zaten Sovyetlerle yakınlaşmış, birçok kadroyu eğitim için Doğu Bloku ülkelerine göndermişti. Sovyetler ise gelişmeleri olumlu gördüğünü ilan etmekle beraber, birkaç yıldır Derg’in atacağı adımları bekliyordu. Kaldı ki, Afrika Boynuzu’ndaki asıl müttefikleri Somali’ydi. Etiyopya ile yakınlaşma, Somali ile olan ilişkileri bozabilirdi.
Etiyopya ile Somali arasındaki ihtilafı çözmek için 1977 başlarında devreye Fidel Castro girdi. Tarafları aynı masa etrafında bir araya getirmiş ve Etiyopya, Somali, Güney Yemen, Cibuti arasında bir sosyalist federasyon kurulmasını önermişti. Plan, muhtemelen Sovyetlerin hazırladığı bir öneriydi. Castro’nun arabuluculuk rolü başarısız oldu. Siad Barre, Büyük Somali hayalinde ısrar ediyordu. Castro da şovenistlikle suçladığı Barre karşısında Mengistu’yu destekleme tavrı aldı. Ülkeye on iki bin asker ve danışman yolladı. Sovyetlerin de tercihi Etiyopya’ya kaydı. En başta, Barre rejimi güvenilir gözükmüyordu. Hep taraf değiştirecekmiş gibi yapan, fazla ABD ve Arap yanlısı bir yönetimdi. Ayrıca Somali sosyalizminin Müslüman bir toplumda ayakta durması hususunda şüpheler vardı. Etiyopya ise, büyük nüfusu, ordusu, prestiji ve Afrika Birliği Örgütü’ne ev sahipliği yapmasıyla daha sağlam bir sosyalizm adayı idi.
1977 yazında Ogaden ayrılıkçılarının yanına, üniformalarını çıkarıp gerilla kılığına giren Somali birlikleri de katılmaya başladı. Bu sırada Mengistu Moskova’ya gitmiş ve bir milyar dolarlık yüklü bir silah anlaşması imzalamıştı. 1973 Arap-İsrail savaşı sırasında ABD’nin İsrail’e silah sevkiyatına benzer biçimde, Sovyetler, içinde 50 Mig uçağı, 200 tank ve taşıyıcı, helikopterler vs. olan büyük çaplı bir operasyona girişti. Sevkiyatı öğrenen Somali, Sovyetlerle ilişkiyi kesti ve ülkesindeki Sovyet subaylarını sınır dışı etti. Öyle ki, sadece birkaç hafta önce Somali ordusuna danışmanlık yapan generaller bu kez Etiyopya karargahına geçtiler. Konvansiyonel savaş başladığında iki tarafta da Frunze Askeri Akademisi mezunu birçok subay birbirleriyle savaşıyordu. Askeri yardım tam anlamda ulaşana değin, karada üstün olan Somali tarafı iç bölgelere ilerleyip zaferler kazandı. 1978 Şubat’ında Sovyet-Etiyopya-Küba ve Yemen birliklerinin karşı taarruzu başladı ve üstün donanımın yardımıyla hızla sonuca ulaştı. Arap destekli Somali ordusu bozguna uğrayıp sınırlarına çekildi[iv].
Mengusti için sıra Eritre ayrılıkçılarını püskürtmeye gelmişti. Küba birlikleri Eritre’deki operasyonlarda muharip güç olarak yer almadı. Bunda, Sovyetler dışındaki komünist hareket içinde EPLF’nin mücadelesinin haklı görülmesi yatıyordu. Aslında Sovyetlerin de Mengistu’nun Eritre meselesini ele alışındaki tavizsizliğinden, şiddete meyyalliğinden hoşnut olduğu söylenemezdi.
1970’ler biterken Mengistu muhalefeti ezmiş ve kısmen rahatlamıştı. Artık rejimin konsolidasyonu için, kitlesel meşruiyetini sağlamlaştırmak için, Sovyetlerin de bu kadar ısrarcı olduğu öncü partiyi oluşturmaya daha fazla odaklanabilecekti.
Etiyopya Demokratik Halk Cumhuriyeti
Ortada olmayan partinin kuruluşu ancak devrimin onuncu yılında tamamlandı: “Etiyopya İşçi Partisi”. 1987’de kabul edilen yeni anayasa ile de ülkenin adı konulabilmişti. Yalnız belirtmek gerekir ki, geriye doğru bakıldığında bir ülkede sosyalizmi kurmak için olabilecek en uygunsuz döneme denk gelmişlerdi. Hala ayrılıkçı hareketlerle savaştıkları bir dönemde, periyodik olarak yaşadığı kuraklıklar sonucu 1984’teki dünyayı ayağa kaldıran açlık tehlikesiyle baş başa kaldılar. Burjuva propagandistleri suçu yine sosyalizme yükleseler de, kuraklığın sorumlusu Addis Ababa yönetimi değildi. Evet, özellikle Tigre bölgesini etkileyen felaket esnasında hala TPLF ile didiştikleri doğruydu; daha sonraki zorunlu kırsal yeniden yerleştirme programlarının olumsuz etkileri de ortadaydı. Sonuçta genel olarak bakıldığında tarımsal üretimin seksenli yıllarda arttırılamadığı, dünyanın en yoksul ülkesinin sosyalizmi kurmak bir tarafa, daha kendi halkını besleyemediği ortadaydı. Büyük hedeflerle hazırlanmış on yıllık kalkınma planları tutturulamamıştı. Üretim arttırılamadığı gibi, olan miktar iyice büyütülen bürokrasi ve ordunun harcamalarında kullanıldı. Orduyu ayakta tutmak neredeyse ülke ekonomisinin yarısını yutuyordu. Dönem içinde Sovyetlerden on milyar dolarlık özellikle askeri yardım ve borç birikmişti. Ülkenin geleneksel ihraç malı olan kahvesiyle böyle büyük tutarları karşılayabilmesi ve bir ilk sermaye birikimi sağlaması olanaksızdı. Rejim, ekonomide bir milim dahi ilerleyememiş; aynı zamanda halkın bağımsız örgütlenmesine izin vermek yerine, yukarıdan direktiflerle pasifize etmişti. Grev hakkı olmayan işçilerin reel ücretleri düşmüştü. Derken, Gorbaçov ve reformları dönemi geldi. Bunun anlamı, Sovyetlerin artık açık çekler yazmakta eskisi gibi istekli olmayacağıydı[v].
Seksenlerin sonu itibariyle Etiyopya ordusu EPLF ve TPLF karşısında moral açıdan yıpranmış, ardı ardına mevzi kaybedip çekilen, subay intihar ve infazlarının sıkça görüldüğü, askerlerin firar ettiği bir durumdaydı. Eritre ve Tigre’deki hareketler birçok alanı kontrol ettiği gibi artık başkente doğru ilerlemeye başlıyordu. Mayıs 1989’da Mengistu’nun silah bulabilmek için Doğu Almanya’ya gitmesini fırsat bilen bazı generaller darbe yapmaya kalktıysa da Mengistu’ya bağlı birliklerce tutuklandılar. Mengistu dünyada ve ülkesindeki gelişmelere bakıp Etiyopya’da sosyalizmin yürüyemeceğini söyledi. Partisinin adını “Etiyopya Demokratik Birliği Partisi”ne çevirdiğini ilan etti. Bu özellikle Batı’ya yönelik bir mesajdı. Yurtdışındaki gizli görüşmelerde TPLF ile uzlaşmaya çalıştı ancak sonunda Mayıs 1991’de halen yaşadığı Zimbabwe’ye kaçmak zorunda kaldı. 23 Mayıs’ta, bir başka “Marksist” iddialı güç olan TPLF başkente girmeden birkaç gün önce meydandaki büyük Lenin heykeli yıkıldı.
Yeni “Devrimci Demokrat” rejim
TPLF, Sovyetik Derg rejimine karşı anti-revizyonist pozisyonu savunan bir Marksist örgütlenmeydi. Fakat asıl belirgin yönleri ulusal sorun karşısında duruşları ve UKKTH çerçevesinde Tigre halkının bağımsızlığı veya özerkliğini hedeflemeleriydi. Cephe içinde öncülük yapan kadrolar Arnavutluk Emek Partisi çizgisini kabul ediyordu. Hatta 1985’te yurtdışından AEP’ci partilerden delegasyonların da geldiği bir toplantıyla “Tigre Marksist-Leninist Birliği” (MLLT) kuruluşu ilan edilmişti. TPLF önce bölge halkının güvenini kazandı. Derg’in, özellikle dine karşı bazı aşırılıklarını tekrarlamıyor, kıtlık sırasında halkın yurtdışındaki yardım noktalarına ulaştırılmasını organize ediyordu. Seksenlerin ikinci yarısında artık kendi bölgesi dışına taşıyordu. 1988’de ülkenin farklı bölgelerinden (Amhara, Oromo ve Güney Etiyopya) kendisine yakın güçlerle beraber “Etiyopya Devrimci Demokrat Halk Cephesi” (EPRDF) kuruldu. Bu cephede her yönüyle baskın olan TPLF idi. Hızlı sayılacak sürede Derg’i devirip iktidarı ele aldılar. Bu arada, EPLF de Eritre’yi ele geçirdi.
Doğu Bloğunun çöküşü Batı’da büyük tantanalarla alkışlandığı bir zamanda, Afrika’da bir ülkede AEP çizgisindeki Hocacı bir Marksist partinin iktidara yürümesi garip karşılanıyordu dünyada. Belki sadece AEP’ci partiler TPLF’den umutluydu[vi]. Fakat TPLF lideri Meles Zenawi’nin çark etmesi fazla uzun sürmedi. Zenawi Batılı başkentlerde emperyalist siyasetçi ve kapitalistlere artık Marksizmi terk ettiklerini inandırmak için uğraşıyordu. Serbest piyasa ekonomisini, liberal siyasi çoğulculuğu kabul ettiklerini söylüyordu. Belki şöyle denebilir: Zenawi, Etiyopya’nın Deng Xiaoping’i olmaya çalışan bir eski Hocacıydı. O ulusal ve uluslararası konjonktürde ve iktidar konfigürasyonunda, Sovyet ya da Arnavutluk tipi bir rejimin, bir büyük dış donör olmadan ayakta durması mümkün değildi. “Devrimci demokrasi” başlıklı yeni programlarında, eski ideolojik kabullerinin birçoğunun yaşadığı kolayla görülebilirdi: “demokratik merkeziyetçilik”, UKKTH, öncü parti, kalkınmacılık gibi…
EPRDF önderliğindeki geçici yönetim ülkenin yeniden yapılandırılması için diğer ulusal aktörlere çağrı yaptı. Fakat, halen cılız bir halde yaşamakta olan EPRP ve MEISON gibi eski sol partiler bu sürecin dışında tutuldular. Tigre ülke nüfusunun sadece yüzde altısını oluştursa da TPLF’nin egemenliğindeki EPRDF yeni rejimi şekillendiren güç oldu. İlkin Eritre’nin bağımsızlığı resmen tanındı. 1995’teki yeni anayasayla ülkenin siyasal örgütlenmesi etnik temelli bir federalizm şeklinde düzenlendi. Anayasadaki bir maddeye göre her federe devlete ayrılma hakkı da tanındı. Bu, imparatorluk ve Derg rejimleri geleneğinden oldukça radikal bir kopuşu simgeliyordu.
Ekonomik anlamda EPRDF, Derg rejiminin bazı politikalarını tersine çevirdi. Örneğin popüler olmayan ve verimsiz devlet çiftlikleri satıldı. Ekonomideki kimi kontroller ve kolektivizm örnekleri kaldırıldı. İktisatçı Stiglitz’in o yıllarda bizzat tecrübe ettiği gibi, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların önerdiği şekilde büyük ölçekli özelleştirmeler ise yapılmadı. Yani devlet, ekonominin kontrollerini elinden bırakmadı. Çoğu devlet kuruluşu, partiye yakın fonlara veya işadamlarına devredildi.
1998 yılında eski yoldaşlar Zenawi ile Afwerki savaşa tutuştu. İki yıl süren savaşı bitiren Zenawi, TPLF içinde savaşın sürmesini isteyen daha şahin ve sol kanadı onları “Bonapartist” ve devlete bağlı asalak ve rantiyerler ilan ederek tasfiye etti. Böylece tek adamlığı daha da pekişti. 2000’lerle beraber federal devleti bir arada tutmak için daha birlikçi bir söylem kullanılmaya başlandı. Ayrıca neo-liberal politikalar karşısında, devletin çok daha aktif bir rol oynadığı Uzakdoğu Asya kalkınma modellerinden ilham alan bir kalkınmacılık ve yoksulluğu önleme kampanyasına girişildi.
2005’teki seçimlerde muhalefet cephesi mecliste üçte bir sandalye payı almayı başarmıştı. Daha çok federalizmi ülke birliğine bir tehdit olarak gören Amharalılardan oluşan bu muhalefeti EPRDF zor ve baskı yollarını kullanarak ezdi. Meles Zenawi’nin 2012’de ölümü sonrası TPLF’nin iktidar bloğundaki payı zayıfladı; Zenawi’nin yerine daha silik bir başkan oturdu. Birkaç yıl sonra Amhara ve Oromo bölgeleri temelli isyanlar karşısında hükümet sıkıyönetim ilan etti. EPRDF, bu tür isyanlar sonrası her zaman yaptığı gibi, parti içinde yolsuzluk ve kayırmacılığa karşı savaşa açacağını, reformlara gideceğini duyurdu; ancak bu, başkanın istifa etmesini önleyemedi. Bu istifayla birlikte TPLF iktidarı fiilen son bulmuş oldu; çünkü yerine geçen kişi, ilk ismini devrimin (Abhiyot) kısaltmasından almış olsa da partiyle köprüleri atacaktı. TPLF’nin eski istihbarat liderlerinden biri olan Abiy Ahmed, Oromo bölgesindendi. Amhara ve Oromo bölgeleri, TPLF’ye karşı birleşmiş ve EPRDF’nin adını değiştirerek Refah Partisi’ni kurmuştu. Reform vaatleri vardı. Siyasi mahkumları serbest bıraktı. Eritre ile yeni bir barış antlaşması imzaladı. Sonunda Nobel Barış Ödülü’nü aldı.
Son kriz öncesi, Abiy’in ülkeyi seçime götürmesi gerekiyordu. Covid-19 nedeniyle ertelediği seçimleri TPLF kendi bölgesinde gerçekleştirdi ve oyların %90’ını aldığını duyurdu. Abiy’i seçimlerden kaçmakla suçladı. Kasım 2020’de Tigre’de orduya yapılan saldırılar sonrası, Etiyopya ve Eritre orduları Tigre’yi işgal etti. Fakat yakın zamanda bu kez Tigre güçlerinin, karşısındakileri kısmen püskürttüğünü gördük.
TPLF ile Abiy yönetimi arasında esaslı bir farklılık bulunuyor mu diye sorabiliriz. Özellikle 2000’ler sonrası TPLF iktidarında “kalkınmacı devlet” modeliyle oldukça hızlı ve temposunu kaybetmeyen bir büyüme yakalandığı görülüyordu. Devlet; enerji, ulaştırma, haberleşme ve tarım sektörlerinde yüksek oranlarda altyapı yatırımlarına imza atmıştı. Büyük örnekler arasında, Nil üzerindeki tartışmalı yeni Rönesans barajı, Çinlilerin tamamladığı Addis Ababa-Cibuti tren yolu modernizasyonu bulunuyor. Çinliler yol yapımında etkinler ve yabancı sermaye noktasında önde geliyor (Onu Türkiye ve Hindistan takip ediyor.) Tarımsal modernizasyonun yanında tekstil, dericilik ve gıda alanlarında da sanayi gelişiyordu. Yine de sıkıntı, dış borçların birikmesi. İhracat geleneksel olarak kahve ve bitkisel yağ gibi ürünlere dayandıkça, ülkenin bu denli artan yatırımlarını finanse edecek iç kaynağı yaratamıyor. Bir bütün halde, ülkenin dışa bağımlılığı sürüyor, denilebilir. IMF programlarına uymaya pek hevesli olmasalar da Batılı dış yardım ve krediler, Arap, Çin ve Türk yatırımcılar ülkede çarkların dönmesi için gerekli. Aslında ülkede klikler arası iktidar mücadelesi, bu dış aktörlerin birine dayanmak veya onları dengeleyici bir siyaset izlemede kimin öne çıkacağıyla ilgili bir durum. İşçileri veya emekçi kitlelerin çıkarını korumak gibi bir dertleri yok. Rekor sayılabilecek büyüme oranları, giderek artan gelir eşitsizliğini gizliyor. Yoksulun tarafında olduğu, ülkede yoksulluğu azalttığı propagandası yapılan TPLF’in yaptığı tam bir yandaş rant sistemi kurmak olmuştu. Ülkede dolar milyonerlerin artmasıyla övünülüyordu (Bunların en başında da Etiyopya kökenli, dünyada en zengin ikinci Suud vatandaşı olan Muhammed al Amoudi var.) Bir de, Türkiye’nin büyükelçilik websitesine baktığınızda, Etiyopya’daki yatırım ortamı anlatılırken işçi maliyetinin nasıl düşük olduğunu, ülkede sosyal güvenlik sisteminin, emeklilik giderlerinin olmayışından bahsedilmesini bu resmin karşısına koyabiliriz. Dış ilişkiler açısından taraflardan birinin daha Batıcı, ötekinin daha Çinci vs. olduğu da pek fark etmiyor; çünkü bu bölgede koalisyonlar çok sık değişiyor. Dün yoldaşlık yapanlar, iki gün sonra kanlı bıçaklı olabiliyor. Yarın, yakın bir gelecekte Mısır ve Sudan’la doğması muhtemel bir su savaşında ittifakların her zaman değişebileceğini öngörebiliriz.
***
Karşımızdaki aktörler, çoktan Marksist ideolojilerini terk etmiş yapıların günümüze uzanan silik versiyonları. Temel kaygı ve motivasyonları, etno-milliyetçiliğe dayanıyor. Bitirirken, şu noktayı belirteyim: Çok etnisiteli siyasi toplulukları bir arada tutmada sosyalist hareketlerin başarısız olduğu, milliyetçiliğin türevlerinin her seferinde baskın çıktığını görebiliyoruz. Castro’nun Afrika Boynuzu’nu içeren sosyalist federasyon önerisi gerçekleşebilir miydi? Bileşenler beraber sorunsuz ne kadar yaşayabilirdi? Daha tek bir ülkede (Etiyopya, hadi daha önde SSCB ve Yugoslavya örneklerini de ekleyelim) ulus meselesini halledemeden, daha büyük federasyonlar kurmak daha hayalci gözüküyor. Halbuki, esas amacımız o değil mi?
[i] Ulaş Töre Sivrioğlu, “Afganistan’da ‘Marksist’ İktidar Deneyimi (1978-1992)”, Teori ve Politika, Sayı:80-81, Bahar-Yaz 2020, s.254-305
[ii] 1974 öncesi öğrenci hareketi üzerine birçok kaynak bulunabilir. Ayrıntılı ama taraflı (Maocu) bir bakış için: I.S. Horst, Like Ho Chi Minh! Like Che Guevara! The Revolutionary Left in Ethiopia, 1969-1979, Foreign Language Press, 2020. Yazarın kitabı oluştururken tuttuğu blog: http://abyotawi.blogspot.com/
[iii] Parti yayınları için https://www.marxists.org/history/erol/ethiopia/index.htm
[iv] Etiyopya’ya Doğu Avrupa ülkeleri, özellikle Doğu Almanya silah ve istihbarat konularında yardım ediyordu. Kuzey Kore işbölümünde askeri eğitim noktasında uzmandı. Kaddafi mali destek veriyordu. İsrail, Mengistu rejimiyle gizli ilişkilerini sürdürmeyi ve zaman zaman yardım etmeyi sürdürmüştü; çünkü Müslüman bir Eritre’nin Kızıl Deniz’i bir Arap iç denizine dönüştürmesini önlemek istiyordu. Somali tarafı ise gerici Arap rejimleri, Mısır, İran, Pakistan, ABD ve Çin destekliydi. Afrika Birliği ise tarihsel olgular ne olursa olsun sınırı ihlal eden taraf Somali olduğu için karşı taraftaydı. Somali yenildiğinde uluslararası arenada soyutlanmıştı. Bir daha da ülke belini doğrultamadı.
[v] Paul Henze ismini Türkiye solu yakından tanımaktadır. CIA’in Türkiye masasında çalışmış bu isim, uzun yıllar Etiyopya üzerinde de çalışmış; RAND ve diğer kuruluşlar için raporlar yazmıştı. Eline geçen Sovyet belgelerini, GOSPLAN uzman raporlarını ABD için değerlendiriyordu. Oradan Sovyet uzmanların Derg rejimi eleştirilerini öğrenebiliyoruz. Sovyet liderler de ekonominin kötü halinden, Mengistu’nun her sorunu şiddet yoluyla çözmek istemesinden şikayetçidir. EPLF ve TPLF ile masaya oturmasını, sorunları müzakereyle çözmeyi denemesini telkin ediyorlardı. Seksenlerin sonunda zaten rejimi gözden çıkarıp “Ne halin varsa gör” mesajı vereceklerdi. Bak: Paul B. Henze, Ethiopia: The Crisis of a Marxist Economy: Analysis and Text of a Soviet Report, RAND, Nisan 1989. Ayrı bir not olarak, Derg rejiminden kalan Sovyet alacakları pek ödenmedi. Sonraki yıllarda, Rusya bu borçların büyük kısmını silecekti.
[vi] İnternet ortamında erişilebilen “Özgürlük Dünyası”nın 1990, 1991 tarihli değerlendirmelerine şuradan bakılabilir. “Afrika’da devrim ışığı” https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/465-sayi-015/2206-afrikada-devrim-isigi-tigre-bagimsizligina-kavustu-simdi-sira-tum-etiyopyada “Etiyopya’da devrim” https://www.ozgurlukdunyasi.org/arsiv/442-sayi-032/2043-etiyopyada-devrim Anlaşılan bir süre daha sürmüş bu heyecan ve beklenti. bak. Yunus Bakihan Çamurdan “Tigre meselesi ve hafıza-i beşer” https://gazete.red/tigre-meselesi-ve-hafiza-i-beser/